9 Ekim 2011 Pazar

kara delik

'tüm yıldızlar düşerken denize ve toprağa' 
ağzımdan ağzına düşen ıslak kelimeleri
rüzgar -mahalle arasındaki dedikoducu bir kadın gibi,
kahve köşelerinde oturan, otuz iki dişinden çıkana
hakim olamayan dedikoducu bir erkek gibi
arkadaşını öğretmene ele veren gammazcı bir arkadaş gibi-
alsa götürse, dağa, taşa, ormana yaysa...

Ve tüm canlılar bizim kelimelerimizle sevse!
Belki o zaman gezegenin kalbindeki 'kara delik' kapanırdı!

Meral Güler

13 Eylül 2011 Salı

yosun, yelken, rüzgar ve bir bakış

..Denizde değildi..hatta hiç denize ayak basmamıştı ama hep yanında taşırdı denizci pusulasını kendi dalgasında kaybolmamak için..
..Kafası hep yelkenliydi..kelimeleri rüzgarlı..bakışlarında ise hep yosun vardı..
..Denizciydi..bir şeyi veya birilerini yakalamak suretiyle hiç ağı olmadı.. bir tekneside.. ama kafası hep yelkenliydi..yelkenli.. ve açılmamak için bir nedeni yoktu..

Not: Çok eskiden yazmışım ama ne zaman hatırlamıyorum. Sadece çok eskiden... 
Bu arada bakışlarda yosun, kelimelerde hala rüzgar var!
Kafası ise hala esiyor..

29 Ağustos 2011 Pazartesi

İki Kişilik Fotoğraf

Güneş yerküreyi yağda kavrulan soğan gibi kavuruyordu.

Hangi ülkede olduğunu bilmediği bir şehrin asfalt yollarında benzini tükenmiş arabasını 35 adım arkasında bırakmışken, gömleğinin sol cebindeki 2 kişilik fotoğrafı çıkardı.

Yüzlerini artık tanımadığı bu iki kişinin fotoğrafına iyice baktı. Sonra ceketinin cebinden sigara tablasını çıkardı. Özenle sardığı sigaralarından bir tanesini aldı. Dudaklarına aldığı sigarayı j&b çakmağıyla ateşleyiverdi tutkusunu. Sigarayı içine çekerken, sigaradan gelen sesler şehvetin sesleriydi.

Siyah, koltukları deri, benzini tükenmiş arabasında bıraktığı telefonuna, gömleğinin sol cebinden çıkardığı ve yüzünü tanımadığı 2 kişiden esmer, gamzeleri olanı bir mesaj atmıştı. Ama bu mesajdan habersiz 35 adım ötede ağzındaki sigara ile 2 kişilik fotoğrafa bakan adam, “Sadakatin bana değil” diyerek buruşturup ağzına atıverdi.

Siyah… Koltukları deri… Telefonundaki 1 mesajı ile… Benzini tükenmiş arabası 45 adım arkasında kaldı.

Siyah… Koltukları deri… Telefonundaki 1 mesajı ile… Benzini tükenmiş arabası 55 adım arkasında kaldı.

Siyah… Koltukları deri… Telefonundaki 1 mesajı ile… Benzini tükenmiş arabası 65 adım arkasında kaldı.

Kafasında çalan “One More Cup Of Coffee” şarkısının sesini yükselterek 75, 85, 95 adım…


Meral Güler

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Kütür kütür yeşil bir sevda

erik ağacına çıkar gibiydi, heyecanını kontrol edemiyordu.

dalları, budakları; kolları, bacaklarıydı. birbirlerini öpüşleri sulu bir erik gibi, kütür kütür bir sevdaydı.

evine giden her daim araba sürüsüyle yığılı şehrin yolları, sarmayı yeni öğrendiği zıvanasını hep gevşek yaptığı sigarası, telefonu arandığında çalan david bowie’nin herhangi bir şarkısı, cemal süreya’nın şiirindeki gibi denize bir cigara atmışsak sabaha kadar yanan bir tutku… yani, yani kütür kütür…

yani bir kase erik gibi yeşil bir sevda.

Meral Güler

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Seni de kusacağım!

Kavak ağaçları gibi bir sağa bir sola,hafif hafif sallanıveriyorum.. Elimde bir demet umut.. Amuda kalkan çaresiz bekleyişlerim, sözlüye kaldırılma korkusu taşıyan bir öğrencinin başını önüne eğmesi, gözlerini kaçırması kadar ürkek esasında..
Kaldırımlarına tükürdüğüm şehrin kaybedenleri, trafik ışıklarında yanıp sönen yeşil-kırmızı adam ve meydanlardaki cansız ideoloji bekçileri… Bilsinler, duysunlar, konuşsunlar…
Hülasa, seni de kusacağım!
meral güler

17 Mayıs 2011 Salı

arkası yarın! 2

'arkası yarın!' hikayeler silsilesi

“tarifi zorlaştıran durumlar karşısında hiçbir alfabenin dil kuralları işe yaramaz. hele sevdiğiniz birini tarif etme konusunda ana diliniz dahi diz çöker, secde eder… benim içinde bulunduğum an işte tam böyle bir şey. tarif edilemeyecek bir ‘güzelliği’ var."

‘hadi canım, abartıyorsun’ diyebilirsiniz. "ama AŞK abartılı yaşamak değil midir? makul olacaksam niye aşık olayım ki?” diye yazdı sevgili yazarım. ve bunu ‘hiççç’ diye sesli bir şekilde yazdığını onayladı.

sapına kadar haklıydı. ‘siktiri boktan’ diye tanımladığımız yaşamımız birden başka bir boyuta geçer. abartılı yaşarsınız. abartılı konuşursunuz. abartılı mutlu olur, üzülürsünüz. bunları nerden mi biliyorum? hepsini yaşadım ve yaşıyorum. ben bu beyaz sayfalarda kaç kişiye aşık oldum bilemezsiniz. o yüzden bana hürmet edin.

“onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. unutulacak gibi değil zaten. abartılı yaşarız dedim ya, işte o anlardan biriydi bana dönüp bakışı. yönetmen o sahneyi slow motion kurgulamıştı. o sahneyle ödül bile alabilirdi.” hakikaten siz insanlar çok abartılı yaşıyorsunuz.

“onu gördüğümde mevsim normalleri dışında bir sıcaklık yaşıyorum.”yazdı ve birasını su içer gibi lıkır lıkır içiverdi. abartılı ama çok iyi yaşıyorsunuz. özür dilerim insanlıktan.

‘mevsim normalleri dışında sıcaklık’ ne güzelde yazdı. çok önemli bir sırrı yazıverdi benim güzel yazarım. sehven mi yaptı yoksa bilerek mi anlayamadım. ama siz bu cümledeki imgeyi çözemezsiniz! belki de bu yüzden yazdı. akıllı insandır vesselam.

“onu gördüğümde mevsim normalleri dışında bir sıcaklık yaşıyorum. küresel ısınma benim bedenimde. buzlarım eriyiveriyor, ıslanıyor şehirlerim. sular altında kalan bir dünyamda, tek bir yeşillik arayan Nuh’tan ödünç aldığım güvercinim bir çıkar yol arıyor.”

dost acı söylermiş. Nuh’un kurtulma ihtimali benim canım yazarımdan daha yüksekti. 'karaktersiz' diyebilirsiniz bana. haklısınız da. şuan calibri karakterde yazılıyorum. bazen times news roman oluyorum ama onda da takım elbiseliymişim gibi resmi hissediyorum. resmi hisler hiç bana göre değil. kısaca karakterim değişiyor.

“ağzından çıkan her kelime en uzun geceyi yaşar gibi… her kelimesi düşüveriyor kalbimin ‘boşluğuna’. gezegenlerime gök taşı çarpıyor. kıyametim kopuyor.”

benimde bir zamanlar kıyametim olan biri vardı. ben en çok ona aşık olmuştum. mürekkebim akıyordu karşı sayfasında. imla hatalarına uğruyor, anlatım bozukluğuna selam vermeden geçmiyordum dükkanının önünden. hele bir de benim sayfam onun sayfasının üzerine kapanınca halet-i ruhiyemi hiçbir yazar tasvir edemezdi. zira benim dilim, ağzım ve 32 dişim yok ki, kime, neyi anlatayım. kabul edin, siz insanlar benim durumuma çoğu zaman düşüyorsunuz. konuşamıyor olmak ne demek bilirim.

“gülüşüyle iklimim değişiyor. kasvetli bulutların yerini sıcak bir meltem alıyor. onun kokusundan koku taşıyor çok savaş kaybetmiş bedenime. Nuh’un güvercinini tekrar yolluyorum. gelmiyor, bekliyorum. bir ihtimal ağzında bir hayat getirir diye. uçabiliyor olmak özgür olmak demek değildir. istediğin gökyüzünde uçabiliyorsan özgürsündür. sen olacaksan özgürlüğe de varım.”

fedakârlığın Everest zirvesinde… tabi anlayana…

“sen benim yer çekimi kanunumsun! ayaklarının yanına düşüyorum. ezip geçme.”

‘ezip geçme’ bunu söylesen belki geçmez bee sevgili yazarım. telefonuna bir mesaj geldi. beklemediği bir mesajdı galiba. eline aldı telefonu, okumaya başladı. anladım kapatacak beni. sevgili yazarım beddua etmeyi sevmez. Allah’a ısmarlama çekiyor gibi hissediyor kendini; ‘benim için şu kuluna bela yolla’. o sevmez ama ben seviyorum. o mesajı gönderenin Hak Teâlâ bin bir dert versin. amin.

‘ezip geçme’ beni yazaaarıııımm…

meral güler

14 Mayıs 2011 Cumartesi

arkası yarın!

'arkası yarın!' hikayeler silsilesi


merhaba, benim adım… ee benim adım… tamam, adım yok benim. yani bu hikayeyi yazan kişi adımı koymadı. yazar adımı yazarsa ifşa olacağından korkuyor tahminimce.

benim kim olduğum çokta önemli değil. sizin içinde önemli olmasın. ama şunu bilin ki beni yazan kişinin bir parçasıyım. hissettiklerini, yaşadıklarını ya da yaşayamadıklarını benim ağzımdan sizlere aktarıyor. bana bir isim verse sizi kandırmış olacak.

biraz dertli görünüyor. bazen aklına bir şeyler geliyor, gülüyor. aklına gelen kişi namalum.

9 kelime yazdı, bıraktı;

-bir masalın ilk cümlesi gibiydi; 'bir vardı, bir yoktu'

'aslında hiç olmayacak' dedi, birasını yudumladı.

çok şey yazmak istiyordu ama bir şeylerden korktuğu aşikardı. hani yağmura yakalanırsınızda affedersiniz sıçana dönersiniz ya, işte öyle ama daha çok suskun…

antony and the johnsons’dan ‘her eyes are underneath ground’ çalıyordu. allah’ım ne ses ama!

gözlüğünü çıkardı. sol eliyle gözlerini ovuşturdu. şöyle bir bana baktı. bulanık göründüm ona. sonra tekrar gözlüğünü taktı.

-3 gecedir rüyamda görüyorum. yatarken aklımda, uyanırken aklımda… hayata gözlerimi onun görüntüsüyle açıyorum.

bir nesne olduğumu unutturan tek kişi yazarım. onu çok seviyorum.

kapalı bir kitap gibidir. son cümleye kadar saklamıştır kendini. hatta o son cümlede dahi onu çözemezsiniz.

-bu konuda bir şey yazmayacağım. sonunu bildiğim bir filmi izlemeyeceğim.

dedi ve şişenin sonunda kalan son yudumunu da kafaya dikledi.

bana baktı tekrar,

-filmin sonunda ölüyorum.

kim, nerde, ne zaman, neyle benim yazarımı öldürüyordu. anlamamıştım. ölüyse zaten izleyemez filmi.

ama yine aynı şeyi yapıyor. hayır kapatma, hayır, hayır… kapattttt…