25 Ağustos 2010 Çarşamba

"La lalalala lalala"


Diz kapaklarının üzerine çökmüş, kıpkırmızı tuzlu gözlerle; “Bu hep böyledir” dedi rimelleri akmış kız, loş ışıklı oda da yanına ilişmiş ‘teselli’ isimli bir bedenin Gölgesine.

Boğuk ve yarı can acıtan sesiyle devam etti:

- Dağılırsınız… Dağıtılırsınız… Sonra biri gelir toplar içinizdekileri.

Durumu kabullenememe duygusu tuzlu su olup yanaklarından ağzına doğru akarken, Gölge elleriyle damıttı kızın gözyaşlarındaki kederi.

Fazla bağlanmadığını bildiği halde neden bu kadar ağladığını bilmeyen kız, biraz daha sakin bir sesle Gölge’ye bakarak: “Bazılarını aynı, bazılarını ise istediği yere”.

Bir yerlerden, uzaklardan, belki de çok yakınlarından aynı şarkıyı duydular; http://fizy.com/#s/1m76ns

Gölge yaklaştıkça şarkı daha da belirgin bir şekilde duyulmaya başladı. Kız, ona doğru yaklaşan karanlığa tanımadığı bir duygu ile daldı.

Gölge, kızın kulağına gizemle fısıldadı:

“La lalalala lalala
La lalalala lalala
Life on earth is changing”



Ve karanlık sulara kendini bıraktı ay…


Meral Güler

4 Temmuz 2010 Pazar

Sevgilim, Keşke Sen de Ölebilseydin!!! (II.Yaşam)


II. Yaşam

"Sevgilim, Keşke Seni Ben Öldürebilseydim!!!"
Uykusuz gecelerde görülen rüyaların, yaşanacak birer kâbuslar silsilesi olacağını gökyüzünden ay düştüğünde anlamaya başlamıştı. Rüzgârsız havalarda anlayamazsınız doğanın size ne söylediğini.
Rüzgârsız, ne idüğü belirsiz ve biraz da şalgam tadında bir gündü.
Bir çift siyah deri eldiven bırakılmıştı o gün posta kutusuna. Oysa daha birkaç saniye önce, ısırarak öpmüştü dudaklarını mavi soluklu adam. Duvarları yeşile boyalı oda da majör heyecanlar yaşanmıştı gramofonda Paganini diyezleriyle. Şehvet, yeşile boyalı oda da mavi soluklu adamın kasıklarında Caprice No.24 in A Minör’dü.

Ötenazi hakkı siyah deri eldivenli kadına verilmişti.

Sustu, konuşmak gereksizdi. Biliyordu, anlatsa da anlamayacaklarını terörize edilmiş duygularını… Bir halk mitinginde çıkan bir kargaşada gümbürtüye gideceğini… Gözyaşlarından akan tuzu damıtıp acımasızca kullanacaklardı demagoji sanatına tat versin diye.

Sustu, konuşmak gereksizdi. Gözyaşları tahta, tozlu zemine damladı. Erkek ağlamayacaktı, biliyordu. Ağlarsa meşhur olacaktı.

Duvarları yeşile boyalı oda da son sözleri şunlar oldu:

“Ekim’in yirmi yedisinde
bir Jülyen Takviminde
Salvador Dali gerçekliğinde gerçeküstü gibi gösterilmek isterdim sevgilim.
Taksiratımı affetsin evliyalar, ulemalar ve ehli dubaralar
-"Dünya bir düştür. Evet, dünya... Ah! Evet, dünya bir masaldır. "
Rendekar yalan söylüyor; düşünüyorum ama ölüyorum.

Keşke sen de ölebilseydin!
Ölümümden yirmi yedi yıl sonra mezarıma Kafka mavi bir gül bıraksın
Nietzsche uğruna delirdiği kadını sevmeyi bıraksın
Vincent artık turuncu günbatımları çizmesin
Hee birde şu kestiği kulağı bana göndersin.
Marx’a da söyleyin proletarya hayali gerçekleşmeyecek
Yavaş yavaş söyleyin, yıkılmasın.

Sevgilim, keşke sen de ölebilseydin!
Son olarak sevgilim, Tom Waits’den “Jesus Gonna Be Here” çal
bir şişe jeam bean dök toprağıma.

Sevgilim,
Sevgilim keşke seni ben öldürebilseydim!
Bir aşığın ulaşabileceği en üst mertebeye ulaşabilirdim böylece.
Seni kendi ellerimle öldürebilseydim
Belki o zaman kalbinde beni taşırdın ebedi hayatına
Sevgilim, keşke seni ben öldürebilseydim!”


Bir çift siyah deri eldiven yeşile boyalı olan duvarları kırmızıya çevirmişti.
Bir damla gözyaşı aktı siyah deri eldivenli kadının ağıt çukurlarından mavi soluklu adamın yanaklarına.
Çıkarıp attı eldivenlerini odanın en uzak köşesine.
Birkaç saat önce majör heyecanlar yaşanan oda da şimdi majör acılar vardı; çıplak, masum elleriyle bir kadının ağıt çukurlarında.

Çıplak, masum eldivenli kadın – “Keşke ben de ölebilseydim sevgilim!”

Devamı başka bir bedende…
.....
Meral Güler

27 Haziran 2010 Pazar

Git, git ve sebeplerinle sevebileceğin birini sev.



-“Aşk, sebepsiz sevmektir” diye aşkını itiraf etmişti-kendine göre-. Elleri ellerimi tutuyordu.

Korktum.

Sebepsiz beni seviyordu. Ellerimi tutuyordu. Bir anlamı yoktu. Tutuyordu. Âşıktı, kendine göre.

Bir sebebi olması gerekli miydi?
Bilmiyorum.
-“Bir sebebi yok, sadece seviyorum”

İnanmadım.
İnandırmaya çalıştı. Elleriyle ellerimi kavradı. Hafiften okşuyordu. Bir sebep arıyordu, bir kanıt.

-“Nedeni olmadan bağlanmak birine… Aşk.”

Korktum, inanmadım.
Gitmek istedim.
-“Gitme”

Gitmemi istememesinin bir sebebi var mıydı?

-“Sebepsiz beni seviyorsun”
-“Evet”
-“Bir nedenin yok bağlanmak istiyorsun bana”
-“Evet”

Biraz daha yaklaştım beni sebepsiz seven adama.
Umutlandı.
-“Sebepsiz gidişlerin olacak”
Şaşırdı.
-“Nedensiz bağlandığını söylediğin kişiyi bir gün nedenlerinle bırakacaksın.”

Beklediği sözler bunlar değildi. Konuşmak istedi. Ellerini biraz daha sıktım.
-“Beni terk ettiğin günün bir nedeni olmayacak senin için.
‘Herhangi bir gün’ olacak sana. Çünkü geldiğin günün bir önemi yoktu ki.
Bana geldiğinde bir sebebin var mıydı?
Sebepsiz seviyorsun beni.
Hıhh... Sevgin bittiğinde bir sebebin olacak. Bir sürü nedenin.
Sebeplerimle gidiyorum.
Sebeplerimle sevmiyorum seni.
Sense sebepsizliğinle sevdiğini sanıyorsun.
Ben… Sebeplerim var. Sevmiyorum seni.
Sebeplerim var. Gidiyorum.
Sebeplerim var. Sen ben, ben sen... Biz olamayız.
Git, git ve sebeplerinle sevebileceğin birini sev.
Kalbinin hızla atmasına sebep olan kişiyi bul.
Ağlamana, gülmene, kızmana sebep olacak birini bul.
Git, git ve sebeplerinle sevebileceğin birini sev.
Ona bağlandığında neden ayrılamayacağının sebeplerini sıralayabileceğin birini bul.
Sebepsiz birlikte olamayacağın birini bul.
Git, git ve sebeplerinle sevebileceğin birini sev.”

Sebeplerimle bıraktım beni sebepsiz seven adamı.
Artık bir sebebi vardı.
...........

Meral Güler

26 Nisan 2010 Pazartesi

“Biz yasal olmamalıyız”


Makul karşılanması beklenen bir ayrılığın makul karşılayacak tarafın ben olması çok da tesadüf olmasa gerekti. Yapabileceklerim istediklerimden kısıtlıydı. Makul olmalıydım. Her istediğimi elde edemezdim. Hayal ettiğimde dokunamazdım.
Makul davranmalıydım.
Sarılışlarımız, öpüşlerimiz, sevişmelerimiz…
Kolu, bacağı sandım kendimi bu aşkın. Yürütebileceğimi, yürüyebileceğimizi sanmıştım.
El pençe divan kendime yalvarırken, yapacaklarımdan ben bile korkarken, bir filmin kötü bir karakteri gibi müstehzi bir gülüş, tekrar hatırlattı kendini o gizemli ses.
-Gece mi benden alıyordu rengini yoksa ben mi geceden? Herkesin içinde vardır benden bir parça. Korkularıyım düşüncelerinizin. İçinizdeki karanlık benim. Hapsolduğunuz, karanlıktan gözünüzün görmediği, sesinizin yitip gittiği dehliz; benim. -
Yok, yok… Makul derecede olmalıydı korkularım.
Elektrikli sandalyede sallanmalı gökyüzüne doğru
Sallandırmalı günaha batıp çıkmış bu bedenlerimizi
Adımız yazılmalı sokak arasındaki sıvası dökülmüş bir duvara
Ağızlarda sakız olmalıydık, çiğnenmeliydi aşkımız başka ağızlarda
Makul mü? Yok, yok, o dediğinden olamam, olamayız.
Sen gittiğinde ben makul karşılamamalıyım.
Kırmalı, dökmeli, yırtmalı bir şeyleri. Belki sana bağırmalı ya da yalvarmalı:
“Koru beni sensizlikten”
Makul bir terbiyesizlik içerisinde uzanıyorum yanına
Ürkek, alacaklı ve gayri ahlaki:
“Biz yasal olmamalıyız”

Meral Güler

25 Nisan 2010 Pazar

Başladığım yerde miyim?


Başladığım yerde miyim?
Sen yokluğunla ve bıraktığın ızdırabınla şehrimdeyken, ben bir gün gelecek ihtimalini taşıyan, çürümeye yüz tutmuş bedenimle bıraktığın şehrindeyim.
Bu şehirde yaşamak nasıl bir duygudur bilemezsin Sen. Her sokak başı Sen, her sokak sonu sensizlik.
Birlikte girdiğimiz her sokağın sonunda tek başına kalabalığa karışmak ne demek bilemezsin.
Gecenin bir vakti şaha kalkmış kâbuslarımı üzerime gelirken görmek ve hayali bir gölgenin karşısında sırf sen değdin diye bir yastığa sarılmak. Dua niyetine adını sayıklamak. Ne demek bilir misin?
Başladığım yerde miyim?
Yanaklarında biriken tuzlu su göğsümden aşağıya doğru aktığında, kanayan hücrelerimin sızısını dindirme isteği çaresizliğimin son evresiydi. Kimin için ağladığı önemli miydi? Ya da ne için. Tanrım, ne büyük acizlik bir başkasına yakılan ağıttan kendine pay çıkarmak.
Sonra düşünüyorum sessizce ve biraz kendime ihanet edercesine; hayata mı geç kalmıştım yoksa seni yaşamaya mı?
Verilen her iki savaşta da mağlup gelmek; hem sana hem kendime.
Başladığım yerde miyim?
Her şeyimi kaybettim. Bir tek içimdeki seni kaybetmedim.
Başladığım yer Sensin.
Sendeyim.

Meral Güler

31 Ocak 2010 Pazar

İtiraf Manifestosu



Bazı sözlerim var sana söyleyemediğim. Karşı karşıya geldiğimiz anlarda dilimin damağımın kuruduğu, elimin ayağımın dolandığı, bakışlarımın donuklaştığı…
Kelimelerim var yarım yamalak, söylenmemiş, yetim kalan
Boynu bükük, kesik başlı…
“unutmak” çok geç kalınmış nafile bir söylem
Büyümüş, çoğalmış bir yalnızlığı yaşayana.
“Her şeye yeniden başlayalım” ise yalnızca bir sanrı.
Biliyorum ben bu sözleri, ağlamaları, hıçkırıkları
Tanığıyım bu çaresizliğin
Hepimiz yaşadık bir önceki yaşamımızda aynı şeyleri.
Ne kadar acıtıyor oysa hep yaşanmasına rağmen
En öldürücü darbeleri yedik, en derin yaralar açıldı belki de bedenimize
Hiçbiri söyleyemediğim kelimeler kadar sızlatmadı sevgilim.
Ve hiçbir ayazda üşümedim bu kadar
gözlerinde üşüdüğüm kadar
Çok zaman geçti herşeyin, senin, benim üzerimden
Hâlâ çıktığın her yolun bana varmasını isterim, biraz çocuksu, biraz tutkulu, özlemle biraz…
bedenimdeki kuraklık öpüşlerinle sulansın
Toprağımı ekip, biçen sen ol yine
Diyelim ki gecelerden bir gece,
Henüz daha kovulmamışken yüreğinden, bakışlarından, teninden
Uzansam yanıbaşına ilk gün ürkekliğimle
Veda etsem beklenilmiş günlere zafer kazanmış kral edasıyla
Tüketsek birbirimizi , hiç doymadan ve en aç halimizle dokunsak birbirimize.
“daha vakit var” demeyip, ertelemesek bedenlerimizi
dört mevsimi yaşayamamış acizlerden olmasak.
Yine gecelerden bir gece, henüz ay gökyüzünden çekilmemişken
Sen yine geçsen içimden, karışsak birbirimize

Bazı sözlerim var sana söyleyemediğim. Karşı karşıya geldiğimiz anlarda dilimin damağımın kuruduğu, elimin ayağımın dolandığı, bakışlarımın donuklaştığı…
Kelimelerim var yarım yamalak, söylenmemiş, yetim kalan
Boynu bükük, kesik başlı, hâlâ kanayan…
“unutmak” çok geç kalınmış nafile bir söylem
Büyümüş, çoğalmış bir yalnızlığı yaşayana.
“Her şeye yeniden başlayalım” ise yalnızca bir sanrı.
“Zamanla alışırsın ” sırt sıvazlamaları ise hakikat
Yanıtı bir dirim süren bir sual bırakıyorum tüm yaşanmışlıklara aykırı. Islanabileceğin birkaç yağmurlu sözcük.
-Masallar uyutmak için söylenen kandırmacalardır, çok iyi uyuttun sevgilim.
“Bir yola çıkarken neleri almadık yanımıza” diye düşünürken sen kalbini almamıştın sevgilim.
Ve bütün aşklar aynı nedenle biterdi aslında
Bu da benim sana itiraf manifestom;
Gecenin bir yarısı telaşla uyanıp yanımı yokladığımsın. -
………
Meral Güler

19 Ocak 2010 Salı

Ayrılıkların Tren Garı - 2006



2006 yılında lise 3 de yazdığım bir yazı. Yarışma için "Tren" konulu bir komposizyon yazmamız istenmişti. Ben de bunu yazmıştım. 4 tane edebiyat hocam vardı. Biri dışında hepsi beğenmişti. O hocam sağolsun bana; "Tren deyince, ne bileyim demiryollarını falan yazsaydın." demişti. Çok gülmüştüm, tabi hocalarımda. Saygı,sevgi ve gülerek anıyorum hocamı. He son olarak yazıyı yarışmaya yollamadım. Ben de kaldı, iyiki de ben de kalmış. Değişiklik yapmadım, nasıl yazdıysam öyle kaldı. Hatalarım affola...

Ayrılıkların Tren Garı

Yakınlarda bir yerde… Bir tren geçiyor iklimine şahit ettiği yerden, tozuna toprağına bulanmış sevdaları tüttürüyor o küçücük bacasından. Bekliyorum gelir diye ayrılıkların tren garında. Bir uğultudur gidiyor sensizliğin ardından kalan boş bakışlar.

Yakınlarda bir yerde… Bir tren geçiyor gecenin karanlığının tam ortasından. Geceyi zincire vurarak gelir en kuytu yerden. Kavuşamayanların figanını, teğet geçen sevdaların hüznünü ve ertelenmiş bu günleri içli bir türkü gibi yanık yanık seslendirerek geçiyor bozkırın tam ortasından. Belki bir bakış, belki bir ahh çekerek bakıyoruz ardından. Belki de son bir elveda… Uzaklara sesleniyordu vagonun çığlığı. Uzaklarda bir yerlerde, açık denizlerde başka bir yaşamın olduğunu bilerek yaşadık, duyduk ama göze alamadık uzakları… O yüzden hep başkaları trenin yolcuları oldu, bize arkasından bakmak…

Denizlerin hırçınlığını yüklenmiş bir tren geçer kıyı şeridi olan köylerden. Kalbinin güvertesine buyur edemeyen kaptanların soğukluğunu taşır. Burun deliklerinde yosun kokusu, avuçlarında bir yumrukluk özgürlük. Karşı çıkıyor deryalara ve bir nara basıyor gökyüzüne.

Yıkık-dökük, viran şehirlerin sessizliği oldu trenin gezişleri.. Bir boşluktur ilerledi zamanın evrelerinde. Trenin dönüşünü bekleyenlerin adresi oldu sonsuzluk. Duygularını bir Anadolu treninin arkasına bağlayanların ağıtıdır bu; Anadolu’nun her mezrasına uğramış bir türküdür. Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda bir ses duyduk hayaller şehrinden yüreğimize fısıldanan. Ben o sözlere kandım. Susturulması gereken bir yürek büyüttüm. Senin hayalinle avunurken öyle bir tren geçti ki yüreğimin tam ortasından, hep aynı izleri bırakarak raylara sürtündü. O kadar ağırdı ki trenin yükü raylardan her geçişi yüreğimi kanattı. Kan kusturdu…

Yakınlarda bir yerde… Bir tren geçiyor ismi “SEN” olan. Bir türlü yolcusu olamadığım fakat rüyalarımda yolcusu olduğum ben. Geç kalınmışlığın acısıyla irkildim hep rüyalarımdan. Gözlerimde uykunun vermiş olduğu tesir, yüreğimde ise bir tren, ismi “SEN” olan. Nereden geçtiğini bilmediğim bir tren geçiyor. Bir tarafta ben, karşı tarafta sen, ortada bir tren. Bir film karesinden şeritler gibi geçiyor gözlerimde hayalin. Gökyüzü ağlıyor, ağaçlar ağlıyor… Bir tren geçiyor bizi böyle gördükçe kendini raydan raya vuran. Yorgun bedenini rayların üzerine bırakmış bir tren geçiyor dumanını arkasında bırakarak. Uzaklara yol alıyor hasret yüklü tren. Yakınları uzak ettik. Bu yüzden uzaklar yasak bize. Ve bir tren geçiyor tıpkı senin gözlerin gibi dalıp giden. Belki bu yüzden gözlerine her bakışım kayboluşlarımın adresi oldu. Belki de bu yüzden bu aşkın kahramanı sen, isimsiz neferi ise ben oldum.

Kazmış olduğun aşk siperlerinde yolumu kaybettim. Düşman siperlerde mi yer alacaktık haa… Hani her öykümün başlangıcı “SEN” olacaktın. Hani her üçyüzaltmışbeş güne seninle başlayacaktım. Hani her güzel şeyin adı “SEN” olacaktın. Hani mutluluk hep benimdi. İçine düştüğüm siper mezarım oldu. Üstüme toprak atma, Üstüme ayrılık atma. Üstümü AŞK at. Üstüme seninle vaat edilmiş o nice üçyüzaltmışbeş günlerin hikâyesini at. Söylenmemiş sözler gibi canımı acıtıyor zaman. Acımı kamçılıyor ayrılığın. Bekliyorum ayrılıkların tren garında. Gel de ertelenmiş bugünlerin acısını göçmen rüzgârların göğsüne atalım.

Uzaklarda bir yerde bir tren geçiyor. Senin gözlerinin önünden benimse taa yüreğimden. Saat 14.10. Gar yine bomboş, yine sensiz. Anladım, gelmeyeceksin. Hoşçakal ayrılıkların tren garı, hüznün keder yüklü: Hoşçakal…
Uzaklarda bir yerde: SEN
Yakınlarda bir yerde: SENSİZLİĞİN ACISI


Meral Güler

18 Ocak 2010 Pazartesi

Sevgilim, Keşke Sen de Ölebilseydin!!!



“Sevgilim, Keşke Sen de Ölebilseydin!!!”
I.yaşam
“geçkaldım” isimli genç kızın çığlıkları, bir daktilo, tavana asılmış ve aşağıya sarkan kitaplar, masanın üzerinde yarım bırakılmış bir fincanın içinde soğuyan kahve ve duvara asılmış kocaman bir dali resminin olduğu oda da duyulmuştu. Apartman sakinleri çığlıkların geldiği odaya girdiklerinde kitapların arasından aşağıya sarkan gencin cansız vücudunu buldular. Diz kapaklarının üzerine doğrulmuş, acısını söndürebilme uğruna sallanan sevdiğinin morarmış ayaklarını öpen kıza, nasıl bakacağını şaşıran gözlerin sahipleri vardı.

Vaziyetin trajedisini unutup isnat yapmaya başlayan komşular- ki onlar ölen gencin komşuları değildiler… ki onlar ölen genci pek de sevmezlerdi ... ki onlar bazı gecelerde iki gencin neler yaptıklarını kınayarak mahallede iğrenç laklaklarına konu etmiş acizlerdi- olağan, beklenen ve en çokta umursamaz bir tavırla: “Yazık… Kız ortada kaldı” lakırdılarıyla odadan ayrıldılar.

Birlikte olduğu kıza intiharını haklı kılan bir mektup bırakmıştı biraz müsvette, biraz haklı, biraz erdemli, biraz…

Dörde katlanmış biraz cesur kâğıdı okumaya başladı;
"Hoşçakal Sevgilim, hoşçakal…
Belki de bu bir veda değildir.
Sakın üzülme, sakın ağlama.
"Şu yaşamda yeni bir şey değil ki ölüm,
Ama pek öyle sayılmaz yaşam da."
Biliyorsun, ecelini bekleyecek kadar sabırlı bir insan değildim. Sana hep kendimi öldüreceğimi söyler dururdum ya.
Keşke sen de ölebilseydin.
Son kez yazıyorum. Fark ettiysen daktilo ile değil, kendi el yazımı kullandım, senin için sevgilim.
Sakın kendini suçlama
Celan gibi kendimi bir ırmağa atabilirdim ya da
Jozsef gibi bir trenin altına atabilirdim
Ben Yesenin gibi ölmeden önce bileklerimi keserek yazdığım mektubu okumanı istedim. Sonra da
Tavanda asılı olan bedenimi öpmeni.
Sevgilim, keşke sen de ölebilseydin.
Hani bana diyordun ya hep senin miyim, evet sevgilim
Hem de tüm iliklerine kadar benimsin.
Yine benimsin.
Keşke sen de ölebilseydin
Rüzgârlı, mor bir akşamda.
Biliyorum sevgilim,
Şimdi beni hiçbir mezar kabul etmeyecek, kimse üzerime toprak atmayı istemeyecek, tamuya gidecek diyecekler
Hiçbiri umurumda değil
Beni kalbine göm sevgilim, kalbine göm
Dua yerine şiirler oku bana
Sevgilim,
Sevgilim, keşke sen de ölebilseydin!!!"
Daha az ağlamaya başlayan kız, derin bir nefes alarak ayağa kalktı, son ses açtı Chopin’den Nocturne in G minor sanki duyacakmış gibi sallanan, dua etmeye başladı;
"çelişkili kuvvete dönen yapışkan bir ölü varkorkulan otobanın ortasında viraj yaratan.bir dedektif hissiyle yaklaşırken dünyaya aytoprak tutarken elini cetvelle çizilmiş suyungözlerini düşürmüş bir genç kız gibi mağrurve diken diken; arabanın bagajında bir ölü vardireksiyondaki cesetle hayatı tartışan."

Meral Güler